TCK’nın 75.Maddesinde Değiştirilen (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” İptaline Karar Verilmesi Talebi

Hava Yolu ile Yolcu Taşıma İlkesinden Kaynaklanan Bagaj Kaybolması
2 Haziran 2020
Boşanma Kararı Sonrasında Maliki Olduğu Taşınmazın Tapu Kaydına Eş İstemi ile Aile Konutu Şerhin Terkin Edilmesinin Reddi
2 Haziran 2020

TCK’nın 75.Maddesinde Değiştirilen (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” İptaline Karar Verilmesi Talebi

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
Başvuru Numarası: 2017/177
Karar Tarihi: 28.12.2017
Konu: TCK’nın 75. maddesinin değiştirilen (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

ÖZET: Dava dosyasında C. Başsavcılığınca sanıklar… ve …, …’a karşı tehdit eylemleri nedeniyle T.C.Y’nin 106/1-1, 38/1., 43., 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış, sanıkların eyleminin TCY’nin 106/2.C maddesinin uygulanması ihtimaline binaen görevsizlik karan verilerek dosya mahkememize gönderilmiştir. Yargılama devam ederken 02/12/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Yasa ile değişik TCY’nin 75. maddesinde düzenlenen ön ödeme kapsamı genişletilmiş, üst sınırın 6 aya kadar olan hapis cezalan ön ödeme kapsamına alınmıştır. Yine 6763 sayılı Yasa ile TCY’nin 106/1. maddesinde düzenlenen tehdit suçu da uzlaştırma kapsamına alınmıştır. Sanıklar hakkında her ne kadar TCY’nin 106/1, 43., ( 106/2.c) maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmış ise de; her iki sanığın yüze karşı gerçekleştirdikleri ileri sürülen tehdit eylemi nedeniyle ve sanık …’in mesaj göndermek suretiyle gerçekleştirdiği ileri sürülen tehdit eyleminden dolayı beraat etmelerinin mümkün bulunması, Sanık …’ya yüklenen telefonla mesaj gönderme eylemindeki sarf edilen sözlerin TCY’nin 106/1- son maddesindeki tehdit suçunu oluşturması ihtimali de dikkate alınarak bu suç nedeniyle tarafların uzlaşamamalarında ya da başka bir deyişle yakman tarafın olayda olduğu gibi uzlaşmak istememesi durumunda sanığa ön ödeme önerisinde bulunulamayacaktır. Oysa ön ödeme kapsamında bulunan bir suç nedeniyle ön ödeme önerisine riayet eden sanık hakkında kamu davasının düşürülmesine karar verilecek ve işlendiği sabit olan bir suç nedeniyle sanık ceza almayacak ve adli sicil kaydı oluşturulmayacaktır. Olayda olduğu gibi sanıkların ceza alıp almamalarında tarafın uzlaşmak isteyip istememesine ilişkin düşüncesi rol oynayacağından ön ödeme kapsamındaki bir suçun uzlaştırma hükümlerine tabii olsun ya da olmasın ön ödeme müessesinin uygulanması gerektiği.

KARAR: 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinin 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

Sanıkların tehdit suçundan cezalandırılmaları için açılan kamu davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Asliye Ceza Mahkemesi, iptali için başvurmuştur.

Kanun’un itiraz konusu ibarenin de yer aldığı 75. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Önödeme

Madde 75- (1) Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere, yalnız adlî para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı altı ayı aşmayan suçların faili;

a) Adlî para cezası maktu ise bu miktarı, değilse aşağı sınırını,

b) Hapis cezasının aşağı sınırının karşılığı olarak her gün için otuz Türk Lirası üzerinden bulunacak miktarı,

c) Hapis cezası ile birlikte adlî para cezası da öngörülmüş ise, hapis cezası için bu fıkranın (b) bendine göre belirlenecek miktar ile adlî para cezasının aşağı sınırını,

Soruşturma giderleri ile birlikte, Cumhuriyet savcılığınca yapılacak tebliğ üzerine on gün içinde ödediği takdirde hakkında kamu davası açılmaz. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/12 md.) Taksirli suçlar hariç olmak üzere, önödemeye bağlı olarak kovuşturmaya yer olmadığına veya kamu davasının düşmesine karar verildiği tarihten itibaren beş yıl içinde önödemeye tabi bir suçu işleyen faile bu fıkra uyarınca teklif edilecek önödeme miktarı yarı oranında artırılır.”

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili görülen 253. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

“Uzlaşma

Madde 253- (Değişik: 6/12/2006-5560/24 md.)

(1) Aşağıdaki suçlarda, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur: a) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar. b) Şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanununda yer alan; 1. Kasten yaralama (üçüncü fıkra hariç, madde 86; madde 88), 2. Taksirle yaralama (madde 89), 3. (Ek: 24/11/2016-6763/34 md.) Tehdit (madde 106, birinci fıkra), 4. Konut dokunulmazlığının ihlali (madde 116), 5. (Ek: 24/11/2016-6763/34 md.) Hırsızlık (madde 141), 6. (Ek: 24/11/2016-6763/34 md.) Dolandırıcılık (madde 157), 7. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (madde 234), 8. Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkra hariç, madde 239),suçları. c) (Ek: 24/11/2016-6763/34 md.) Mağdurun veya suçtan zarar görenin gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olması koşuluyla, suça sürüklenen çocuklar bakımından ayrıca, üst sınırı üç yılı geçmeyen hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlar. (2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık hüküm bulunması gerekir. (3) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, (…) cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez. (Ek cümle: 26/6/2009 – 5918/8 md.) Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz.”

Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurular itiraz yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı yasa kuralı ile sınırlıdır.

Başvuran Mahkeme Kanun’un 75. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenmiş olan “önödeme” kurumunun kapsamını belirleyen kuralda yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin iptalini talep etmiştir.

Bakılmakta olan davadaki uyuşmazlığın konusunu Türk Ceza Kanunu’nun 106. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenmiş olan tehdit suçu oluşturmaktadır. Uzlaşma kapsamında yer almakla birlikte Kanun’da öngörülen ceza türü veya miktarı açısından önödeme hukuki kurumunun kapsamına tehdit suçu haricinde başka suçların da girebilmesi mümkün olup söz konusu suçlar bakılmakta olan davanın konusunu oluşturmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinin 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin esasının incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin 5237 sayılı Kanun’un 106. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “tehdit” suçu yönünden yapılmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Aydın AYGÜN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Başvuru kararında özetle; uzlaşma kapsamındaki suçların önödemeye tabi olmaması nedeniyle sanıkların cezalandırılabilmelerinde mağdurun uzlaşma hususunda ileri sürdüğü görüşün etkili olduğu, uzlaşma kapsamındaki suçların önödeme kapsamının dışına çıkarılmasının hukuk devleti ve eşitlik ilkelerine aykırılık oluşturduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un 75. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere yalnız adli para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı altı ayı aşmayan suçların failinin Kanun’da öngörülen miktar ile soruşturma giderlerini yapılacak tebliğ üzerine on gün içinde ödediği takdirde hakkında kamu davası açılmayacağı hüküm altına alınmıştır. İtiraz konusu kural, Kanun’un 75. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin Kanun’un 106. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan tehdit suçu yönünden incelenmesine ilişkindir.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Ceza hukukunun toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgisinin bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. Bu bağlamda ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından kanun koyucu; Anayasa’ya bağlı kalmak koşuluyla soruşturma ve yargılamaya ilişkin olarak hangi yöntemlerin uygulanacağı, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmayacağı, suç sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği, hangi hâl ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici öge olarak kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahiptir.

Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen “kanun önünde eşitlik” ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı; aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, kişiler arasında ayrım yapılmasını ve kişilere ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.

Kanun’un 75. maddesinde düzenlenen “önödeme”, belli nitelik ve türdeki suçlar için gerek soruşturma aşamasında gerekse kovuşturma aşamasında gerçekleşebilen ve soruşturma aşamasında fail hakkında kamu davasının açılmasını önleyen; kovuşturma aşamasında ise hakkındaki kamu davasının düşmesini sağlayan bir hukuki kurumdur. Ancak faile ön ödeme önerisinde bulunulabilmesi için maddede belirtilen diğer koşulların yanı sıra suçun uzlaşma kapsamında yer almaması gerekmektedir. Bu gereklilik, kanun koyucunun kapsam dışında kalan suçlar yönünden uzlaşma kurumunu önödeme kurumuna tercih ettiğini de göstermektedir.

Suç teşkil eden her eylemin mutlaka ceza yaptırımı ile karşılanması, cezanın suçtan zarar görenin tatmin aracı olarak kullanılması eski hukuk anlayışlarında kabul edilmesine karşın çağdaş gelişim her suçlunun hemen bir ceza yaptırımı ile karşılaşması yerine topluma karşı sorumluluklarını gözden geçirmesine olanak vermek üzere belirli sürelerle gözetim ve denetimini öngören ve mümkün olduğunca suçtan zarar görenin tatminini de içeren uygulamalara yönelmiş bulunmaktadır.

Bu bağlamda uzlaşma kurumu da uyuşmazlığın yargı dışı yolla ancak adli makamların denetiminde çözümlenmesini amaçlayan bir yöntemdir. Uzlaşma, bu kapsama giren suçlarda fail ve mağdurun suçtan doğan zararın giderilmesi konusunda anlaşmalarına bağlı olarak devletin de ceza soruşturması veya kovuşturmasından vazgeçmesi ve suçun işlenmesiyle bozulan toplumsal düzenin barış yoluyla yeniden tesisini sağlayıcı nitelikte bir hukuksal kurumdur. Uzlaşma ile şüpheli veya sanık işlediği suçun sorumluluğunu kabul edip üstlenerek, suçun sonuçlarını da gidererek toplumla yeniden bütünleşme olanağını elde etmekte; ayrıca devlet yaptırım uygulamak yönünden katlanacağı birçok masraftan da kurtulmuş olmaktadır. İtiraz konusu kural uyarınca uzlaşma kapsamına giren bir suçun önödeme kapsamına alınmamış olması, anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun takdirindedir. Dolayısıyla kuralda hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan bir yön bulunmamaktadır.

Suçların tasnifinde dikkate alınan kıstaslardan birini de korunan hukuki değer oluşturmaktadır. Hukuki değer, ceza normu ile korunan ve suçla ihlal edilen yarardır. Kural olarak her bir ceza normu birbirinden farklı en az bir hukuki değeri korumaktadır. Bazı fiillerle ihlal edilen yararın, diğer bir ifade ile bazı suçlarla korunan hukuki değerin kişisel yönünün daha da ön planda olduğu kabul edilmektedir. Uzlaşma kapsamında yer alan suçlar da bu kapsamda yer almayan suçlara oranla kişisel yararları daha fazla ihlal etmektedir. Ceza hukukunda kanun önünde eşitlik ilkesinin uygulanması da kuşkusuz, aynı suçu işleyen tüm suçluların kimi özelliklerinin göz ardı edilerek her yönden aynı kurallara bağlı tutulmalarını gerektirmemektedir. Buna göre uzlaşma kapsamında bir suç olarak belirlenmiş fiilin faili ile bu kapsamda olmayan bir suçu işleyen fail farklı hukuki konumdadırlar. Bu nedenle farklı hukuksal konumda bulunan kişiler hakkında farklı usulün uygulanmasını öngören itiraz konusu kuralda eşitlik ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.

26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinin, 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasında yer alan “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere…” ibaresinin, 5237 sayılı Kanun’un 106. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “tehdit” suçu yönünden Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 28.12.2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

ÖZET: Davacının eşi ve 2 küçük çocuğuyla birlikte Frankfurt seferini yapan uçakla saat 22.30 civarında Atatürk Havalimanı’na iniş yaptığı, valizlerini aldığı ancak çocuk pusetini ilgili bölümde uzunca süre beklemesine rağmen teslim alamadığı, personelin kaba ve ilgisiz tavırlarıyla karşılaştığı, uzun bir süre havalimanında beklemek zorunda kaldıkları, bu süreçte yorulan çocukların düşerek yaralandığı, saatlerce puset hakkında bilgi alamadıkları ve bekletildikleri, en sonunda pusetin uçağa hiç konulmadığı bilgisinin verildiği, davalının taşıma hizmetini gereği gibi vermediği ve davacının ailesi ile birlikte mağdur edildiği ileri sürerek 20.000,00 TL manevi tazminatın 08.12.2013 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsilini talep ve dava etmesi, davanın Tüketici Mahkemesi’nde görülmesi gerekirken Asliye Ticaret Mahkemesi’nde görülmesi.

KARAR: Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş, taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olmasının, bu işlemin tüketici işlemi sayılması gerektiği belirtilmiş. Görev hususunun kamu düzenine ilişkin olduğu, mahkemece yargılamanın her aşamasında resen gözetilmesi gerekir. Davacının ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket etmesi nedeniyle tüketici, dava konusu taşıma işleminin de tüketici işlemi sayıldığı, davaya bakma hususunda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu hususu gözetilerek görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmesi gerekir.

Taraflar arasında görülen davada Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili; müvekkilinin diş hekimi olup eşi ve 2 küçük çocuğu ile birlikte davalının Frankfurt-… seferini yapan uçağıyla saat 22.30 civarında Atatürk Havalimanı’na iniş yapıldığını, valizlerini aldığını ancak çocuk pusetini ilgili bölümde uzunca süre beklemesine rağmen teslim alamadığını, personelin kaba ve ilgisiz tavırlarıyla karşılaştığını, uzun bir süre havalimanında beklemek zorunda kaldıklarını, bu süreçte yorulan çocukların düşerek yaralandığını, saatlerce puset hakkında bilgi alamadıklarını ve bekletildiklerini, en sonunda pusetin uçağa hiç konulmadığı bilgisinin verildiğini, davalının taşıma hizmetini gereği gibi vermediğini ve müvekkilinin ailesi ile birlikte mağdur edildiğini ileri sürerek 20.000,00 TL manevi tazminatın 08.12.2013 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; bebek arabasının 11.12.2013 tarihinde teslim edildiğini, bagaj teslimi sırasında yaşanan aksaklıktan dolayısıyla yardımcı olunmaya çalışıldığını, ancak davacının agresif tutumuyla karşılaşıldığını, bagajın teslim edilememesinin manevi tazminat gerektirmediğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma, tanık beyanları ve tüm dosya kapsamına göre; davacının eşi ve çocuklarıyla havalimanına indikten sonra valizlerini aldığı ancak uzun bir süre bebek pusetini bekledikleri, kendilerine açıklama yapılmaması nedeniyle saatlerce havalimanında pusetin teslim edilmesini beklediği, daha sonra anlaşıldığı üzere pusetin hiç uçağa alınmamış olduğu bilgisinin verildiği, bu bilginin daha önce verilseydi davacı ve ailesinin beş saat kadar beklemek zorunda kalmayacağı, davacının uzun bekleyiş sonucu yaşama keyfinin ve sevincinin azalmasına neden olunduğu, bunun sonucu da manevi yönden acı çektiği ve davacının talebinde haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 6.000,00 TL manevi tazminatın 08.12.2013 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.Dava havayolu ile yolcu taşıma ilişkisinden kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

28.05.2014 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6502 sayılı Yasa’nın 3/k maddesinde “Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi” tüketici, 3/ı maddesinde ise “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem” tüketici işlemi olarak tanımlanmıştır. Aynı Yasa’nın 73/1. maddesinde tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş, 83/2. maddesinde ise taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olmasının, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve 6502 sayılı Yasa’nın görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasının engelleyemeyeceğine değinilmiştir. HMK’nın 1. maddesinde ise görev hususunun kamu düzenine ilişkin olduğu, mahkemece yargılamanın her aşamasında resen gözetileceği düzenlenmiştir.

Somut olayda; davanın açıldığı 24.11.2014 tarihi itibariyle 6502 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği, davacının ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket etmesi nedeniyle tüketici, dava konusu taşıma işleminin de tüketici işlemi sayıldığı, yukarıda belirtilen yasa hükümleri uyarınca davaya bakma hususunda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu hususu gözetilerek görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenip yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

Bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenler kararın BOZULMASINA, ve davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 27/09/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Comments are closed.